Yokluk 5 geldi!




Kaan Koç, Caner Ocak ve Levent Sayım'ın göz emeği, el nuru Yokluk'u 5. sayısıyla yine her zaman her yerde! Bu sayının efendileri ise; Hakan Yirik, Halil Gökhan, Serhat Çelikel, Abdülbaki Akpınar, Cem Seferoğlu, Utku Kaygusuz, Hakan Hakkı Cankatan ve Marziye Temel...

Sınırlar genişliyor, artıyor coğrafyası sözcüklerin. Bu sayıyla Yokluk; Kadıköy Mephisto, Yazı Kafe, İmge Kitapevi ve Khalkedon'da. Taksim'de ise Mefisto, Orhan Veli Şiir Evi ve Semerkant Kitapevi'nde...


Yaşamların ve ölümlerin gündem maddeleri yine aynı; düşme korkusuyla dolu iktidarlar, uykulu görüntüsünde cep dolduran muhalifler ve bu kavgalarda harcanıp giden geyik derisi, at yelesi, çocuk kanıyla bezeli zavallı koltuklar!

Göz boyama mevsimi yaz geldiğine göre aslında hiçbirimiz yabancı değiliz bu görüntüye. Şiirin gidişiyse bizce hep aynı; aksak bir boksör gibi yine güçlü hep güçlü daima güçlü... Fakat ne yazık ki, şairliğin bir üniforma olduğunu zanneden zihinler hep aynı yol ayrımında düşüyorlar yere. Ve bu masal -şairlerle şairliklerin masalı- sürüp gidiyor, halk yani biz ise televizyon ekranlarında ya salya sümük ağlama ya sırılsıklam kavgaların peşindeyiz.

Nazım Hikmet, Kazım Koyuncu ve birçok güzel insanı alıp gitmiş Haziran geçti, sıra Temmuz'da... Yani perdelerden otele sıçrayan, zihinleri yakan bu yangın ayı... Sivas Katliamı'nı unutmadık, unutturmayacağız! diye heybetli, yumruklu bir cümleyle girebilirdik söze, sonra da gelecek alkışların keyfini bıyıklarımızı sıvazlayarak çıkartırdık. Fakat böyle demiyoruz, çünkü unutulan unutuldu işte... Unutturulanlarla birlikte karışıp gitti yine kan, para ve üstümüze oynan büyük oyunlar! Gelgelelim kimse adını koyamıyor bu oyunların, unutmadık ve unutturmayacağız diyenlerin zerre eylemi yok, yangınların üstüne bırakın kapaklanmayı, işemiyorlar bile...

Nazım'ın da dediği gibi, yanmalıyız! Bize müstahak buymuş meğer! Karanlıkların aydınlığa çıkması için, yanmalı yanmalı yanmalıyız. Ve şiirin getirdiği sıtma nöbetlerinde her şair bir Madımak Oteli her dize ufaktan yanmaya başlayan bir perdedir bize. Ama bu yangınlarımızı bu coğrafya ne kadar taşır, ne zamana kadar tutar bünyesinde hiç bilinmez. Çünkü aydınlarının diri diri yandığı yerde acılı kebaplar yiyen bir ülke durdurulamaz bir yamyamlığın sınırını çoktan geçmiş demektir...

Ha, şu çok riyakar cümleyi de söylemeden edemeyiz; "genelleme yapıp, talihsiz bir olayı herkese mal edemeyiz!"

Evet, kimseyi zan altında bırakmayalım ama biz inceliklere takılıp giderken çoktan çiğ et pazarında serviş edilmişiz...

Ve her yemekten sonra acı kahve niyetine, falı hayırlı, fincanı nakışlı bir kahvedir şiirimiz.

Yokluk; kalbi olmayanlara, deri koltuklarda oturanlara ve Aziz Nesin'i itfaiye arabasının merdiveninden aşağıya -orada bekleyen binlerce insanetiyiyen, insankanıiçen zavallının arasına- düşürmeye çalışan itfaiye erlerine de asla önerilmez. Tabi bir kişinin yaptığını herkese mal etmeyelim, herkesten özürler dileyip ayrılalım girişten ve sızalım şiirin gelişmesine şimdi.

Ama asla kaybetmeyelim içimizdeki yangın hevesini...

Etiketler: , , , ,

Ekleyen Yokluk Fanzin at 04:44 | 2 yorumlar oku